9 Aralık 2016 Cuma

Aslan Çocuk (Kitap Tanıtımı)


Uzun bir aradan sonra tekrar burdayız. Kış iyice yurdumuzu esir aldı. Havalar ayaz mı ayaz. Okula gidip gelirken soğuk kesiyor. En çokta ellerim üşüyor, ama okula veya eve girince çok güzel sıcacık. Ödevlerimizi aksatmadan yapıyoruz.
Ama Panda Selim (kardeşim) bazen inat ediyor ve babama kafa tutuyor, ödev yapmamak için akıl almaz hileye başvuruyor. Babam ısrar edince homurdana homurdana ödevini yapıyor :)
Ödevlerden kalan vaktimizde her gün 1 saat kitap okuyoruz. Okuma saati yapıyoz evde. Babam okumasa da annem de bizimle bazen kitap okuyor. Ben de bugün beğendiğim bir kitabı tanıtmak istedim. Kitabın adı ASLAN ÇOCUK. Yani beni tarif ediyor sanki…


Adı: Aslan Çocuk
Yazar: Zizou Corder
Çevirmen: Gökçen Ezber
Sayfa Sayısı: 344
Baskı Yılı: 2016
Yayınevi: Beyaz Balina Yayınları

Charlie Ashanti, kendini bildi bileli kedilerle konuşabiliyor. Fakat bir gün annesiyle babası gizemli bir şekilde ortadan kaybolunca kedilerden başka yardım isteyebileceği kimse kalmıyor. Sokak kedilerinin rehberliğinde Charlie'nin yolu yüzen bir sirkle buluşunca Thames Nehri'nden Paris'e uzanan gemi yolculuğu başlıyor. Üstelik bu sirkte Charlie'nin kurtarması gereken aslan dostları var. Paris'in güzel kanallarından efsanevi Doğu Ekspresi'ne uzanan bu yolculukta kötü adamlar, iyi krallar, heyecan, gizem ve cesaret var.

Üç kitaptan oluşan Aslan Çocuk dizisinin ilk kitabında onurlu ve güzel yedi aslanla, damarlarında Afrikalı kanı dolaşan bir çocuğun tehlike dolu macerasını bir solukta okuyacaksınız.

(Tanıtım Bülteninden)

25 Ekim 2016 Salı

Fıkra:Benim Borcum Yok

Benim borcum yok…
Nasrettin Hoca bir gün birisinden borç almış.
Adam borcunu geri istiyormuş Nasrettin Hoca vermiyormuş.
Adam da bir gün demiş ki;
-“Seni  kadıya şikayet edicem demiş.”
Hoca da;
-“Et bakalım” demiş.
Adam şikayet etmiş hocanın yanına gelmiş;
-“Hadi bakalım hoca efendi kadı ya gidelim” demiş.
Hoca da;
-“Tamam demiş ama bu soğukta gidilmez. Sen bana bir tane kürk ver” demiş.
Adam da çıkartmış en iyi kürkünü hocaya vermiş.
-“Al bakalım hadi gidelim” demiş.


Hoca da;
-“Ben yürüyemem eşek ver” demiş.
Adam eşeği de vermiş, gitmişler kadının karşısına.
Kadı hocaya sormuş;
-“Sen bu adamın parasını niye vermiyorsun.”
Hoca da demiş:
-“Benim borcum yok ona. Bak şimdi sırtımda ki kürke de sahip çıkacak.”
Adam ordan;
-“Kürk benim değil mi?” diye bağırmış.
Ondan sonra hoca gülerek;
-“Şimdi altımda ki eşeğe de sahip çıkar” demiş.
Adam;
-Eşeği de ben verdim” demiş.
Ortalık karışmış kadı da hocanın haklı olduğuna karar vermiş.

21 Temmuz 2016 Perşembe

ÇÖPLÜK

Kitap:
Yazar : Andy Mulligan
Sayfa Sayısı: 216
Baskı Yılı: 2014
Dili: Türkçe

Yayınevi: Tudem Yayınları


Andy Mulligan Hakkında:

İngiliz olmasına rağmen Hindistan’da doğmuştur. Oxford Üniversitesinde eğitim gördü. On yıl tiyatro yönetmenliği yaptıktan sonra, öğretmen olmaya karar verdi. 

İngiltere’de, Hindistan’da, Brezilya’da ve Filipinler’de İngilizce ve drama öğretmenliği yaptı. 
Şimdi vaktinin bir kısmını Londra’da, bir kısmını da Manila’da geçiriyor.


Kitabın arka kapağında yazanlar:

"Bu kitap hem macera hem de bir toplumsal adalet hikâyesi. Okurlar, kitabın sinemasal sonuyla ve kahramanların aldıkları zor kararlarla büyülenecek."
-Publishers Weekly dergisi-

"Çöplük muhteşem bir kitap. Enerji dolu, heyecan verici ve çok iyi kaleme alınmış."
-John Boyne, Çizgili Pijamalı Çocuk kitabının yazarı-

Evsiz bir oğlan olan Raphael günlerini çöpten dağların arasında geçiriyor. Çöpleri ayırıyor, taşıyor, soluyor ve geceleri çöplerden yastık yapıyor. Bir gün talihini tersine çevirecek bir çanta geçiyor eline. Bu çanta her şeyi değiştirecek, ama önce hayatını kurtarmak için kaçması gerek...

Üç sokak çocuğunun cesaret ve kurnazlıklarını kullanarak dünyaya karşı verdiği mücadeleyi anlatan roman, ödüllü bir yazarın kaleminden çıkma unutulmaz bir yoksulluk, umut ve rastlantı hikâyesi. Duyguları altüst edecek bu güçlü roman yirmi beş dile çevrildi ve beyazperdeye uyarlanıyor.
(Tanıtım Bülteninden)

Kitap Hakkında kısa açıklama:

Yoksul olan Gardo ve Raphael adında iki afacan arkadaş günlerini şehir çöplüğünde geçirirler. Amaçları gelen çöplerin arasında değerli bir şeyler bulmaktır. 
Nihayet bir gün Gardo ve Raphael’in şansları tersine döner ve çöp dağlarının arasında bir çanta bulurlar. Fakat çantada pek değerli bir şey bulamazlar.
İçerisinden sadece bir tane anahtar çıkar. Çocuklar için anahtar pek mühim değildir. Ama polisler için çok önemlidir bu çanta. Şehir polisi de bizim iki kafadar arkadaştan yardım isterler. Acaba anahtar nereye aittir. Bu maceranın sonu bizim afacan arkadaşlar için nasıl bitecektir. Heyecan dolu bir kitap.
Okumak güzeldir. Siz de benim gibi yapın ve alıp okuyun. 

25 Haziran 2016 Cumartesi

Keçi ile Tilki (Masal)

Tilki ile Keçi Masalı

Tilki, günün birinde, içinde su bulunan bir kuyuya düşmüş. Kuyunun içinde oraya buraya sıçramış; ama bir türlü yukarı çıkamamış.
Bir süre sonra orada bir keçi görünmüş. Susadığı için hemen kuyunun başına gelmiş. Eğilip kuyunun içine bakmış. Bir de ne görsün? Aşağıda bir tilki duruyor. Keçi çok şaşırmış. Aşağıya seslenmiş:
— Orada ne yapıyorsun tilki kardeş?
Tilki serinkanlılıkla:
— Ne yapacağım? Su içiyorum, demiş.
Keçi, kuyuda su olduğunu duyunca çok sevinmiş. Tilkiye:
— Su soğuk mu? diye sormuş. Kurnaz tilki:
— Hem de buz gibi, demiş.
Keçi:
— Nasıl içebilirim bu sudan? diye sormuş.

— Ondan kolay ne var? demiş tilki. Hop de, aşağıya atla
Keçi, tilkinin bu sözlerine kanıp kendini aşağıya atmış. Kuyudaki sudan kana kana içmiş. Susuzluğu geçince, tilkiye:
— Buradan nasıl çıkacağız? diye sormuş.
— Kolay, demiş tilki. Sen ön ayaklarını kuyunun duvarına dayayıp arka ayaklarının üzerine dikil. Ben, sırtına basarak kolayca dışarı çıkarım. Sonra da seni yukarı çekerim. Böylece ikimiz de kurtulmuş oluruz.
Keçi, tilkinin dediğini yapmış. Tilki, onun omzuna basarak bir sıçrayışta kuyudan çıkmış. Hemen ormana doğru koşmaya başlamış.
Keçi, tilkinin hile yaptığını anlamış. Ardından acı acı bağırmış:
— Ben senin kuyudan çıkmana yardım ettim; ama sen beni bırakıp
gidiyorsun. Olur mu böyle? demiş.
Bu sözleri duyan tilki, geri dönerek keçiye:
— Sen aklını yitirmişsin ey keçi! Eğer bir gram aklın olsaydı, kuyuya atlamadan önce nasıl çıkacağını düşünürdün, demiş. Sonra da hızla oradan uzaklaşmış.



Bu masalda verilen ÖĞÜT:

Aklını kullanan insanlar sonunu düşünmeden iş yapmaya kalkışmazlar.





13 Haziran 2016 Pazartesi

Yaşlı Kadın Ve Papağan

Okulların tatil olmasına sayılı günler kaldı. Birkaç gün sonra karnelerimizi alacağız. Bu yüzden çok sevinçliyiz. Tatilde ne yapacağımızın planlarını şimdiden yapıyoruz kardeşimle.
Elbette ki haylazlıkların dışında akşamları da kitap okuyacağız.
Bu kitabı kardeşim için seçtim. Babama aldıracağım. Sonra bende okurum. Araştırınca konusu hoşuma gitti. Babam almazsa amcam mutlaka alır. O kitap hastasıdır. Bir de ben istersem bir değil iki adet alır :)


Yaşlı Kadın ve Papağan Özet Bilgileri ve Türleri
Yazar:Virginia Woolf
Çevirmen:İlknur Özdemir
Yayınevi:Kırmızı Kedi Yayınevi
Tür / Konu:Çocuk
ISBN:9786055340650
Sayfa:48 sayfa
Orijinal Dili:İngilizce
Basım Tarihi:2011

Tek başına yaşayan Bayan Gage, geçimini ayakkabı onararak sağlamaktadır. Bir gün bir avukatlık bürosundan gelen mektup, uzun zamandır görüşmediği ağabeyinin vefat ettiğini bildirir ona. Nesi var nesi yoksa kızkardeşine bırakmıştır. Hemen yola çıkan Bayan Gage, ağabeyinin yaşadığı kasabaya gider ve orada bir sürprizle karşılaşır: Ağabeyinden kendisine kalanlar arasında bir de papağan vardır. Ancak bu sıradan bir papağan değildir ve onun sayesinde Bayan Gage'in hayatı tümüyle değişecektir. 
Ünlü yazar Virginia Woolf'un çocuklar için kaleme aldığı Yaşlı Kadın ve Papağan, usta bir yazarın kaleminden çıkan küçük ama etkileyici bir hikâye.

24 Mayıs 2016 Salı

Gülelim Eğlenelim

2016 Eğitim döneminin sonlarına geldiğimiz şu günlerde sanki bütün öğretmenler sözleşmiş gibi
arkası arkasına, hatta bazıları aynı güne yazılıları peş peşe sıraladılar. Valla bütün arkadaşlar
bir havaların oturmamasından bir de yazılıların peş peşe gelmesinden bunaldık.
Şu yazılılar bir bitse, havalarda günlük güneşlik olsa da tatile çıksak diye günleri iple çekiyoruz.

O vakte kadar bari biraz karikatürlerle gülelim istedim.







19 Nisan 2016 Salı

Masal: Aslan ve Fare



Ormanlar kralı aslan ormanda bir gün avlanmaktan gelmiş, yatmış uyuyormuş. Minik bir fare aslanın üzerinde dolaşmaya başlamış. Aslan sinirlenerek uyanıp fareyi yakalamış. Tam öldüreceği sırada fare yalvarmış:
-Ne olur beni bırak! Gün olur benim de sana bir iyiliğim dokunur, demiş. 
Aslan farenin bu sözlerine gülerek: 
-Sen küçük bir faresin, bana ne iyiliğin dokunur ki deyip, fareye acımış ve fareyi bırakmış. 

Fare sevinerek oradan uzaklaşmış. 



Aradan zaman geçmiş, Aslan bir gün avcıların kurduğu tuzağa yakalanmış. 

Aslan çırpınmış, bağırmış ama tuzaktan bir türlü kurtulamamış. Oradan geçmekte olan minik fare aslanın bu durumunu görmüş. Hemen dişleri ile tuzağın iplerini kemirerek kesmiş. Aslanı tuzaktan kurtarmış. 

Fare aslana: 
- Beni küçük diye beğenmiyordun. Bak, senin canını kurtardım, demiş. 
Aslan, böylece kimsenin küçümsenmemesi gerektiğini, yapılan bir iyiliğin de karşılıksız kalmayacağını anlamış. 

18 Mart 2016 Cuma

Çanakkale Zaferi 101.YIL


ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ 

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer.


Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Kafa göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak
Vurulup, tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yarap ne güneşler batıyor.


Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.


M.Akif ERSOY

3 Mart 2016 Perşembe

Kıymetli Tuz (masal)

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde… Develer tellallık eder eski hamam içinde…Hamamcının tası yok. Külhancının baltası yok… Arap bacı hamama gider, koltuğunda bohçası yok… Handadır handa, yetmiş iki deli ile bir manda. Yedik, içtik, dişimizin dibi et yüzü görmedi… Bereket versin hacı cambaza… Bize bir at verdi, dorudur diye… At bize bir tekme vurdu. Geri dur diye… Deniz ortasına vardık kıyıdır diye… Tophane güllesini cebimize doldurduk, darıdır diye… Kız kulesini belimize soktuk borudur diye… Tuttu bizi bir zaptiye, delidir diye… Attı tımarhaneye, bir gün, iki gün, üç gün… Tuttuk pirenin birisini, yüzdük derisini, çadır kurduk Üsküdar’dan berisini… Masaldır bunun adı… Söylemekle çıkar tadı… Her kim ki dinlemezse, hakkından gelsin topal dadı…
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir padişahın üç oğlu varmış.
Padişah, her gün yaşlandığını fark etmekte, kendisinden sonra hangi oğlunu tahta çıkaracağını kara kara düşünmektedir. Günlerden bir gün, üç oğlunu da yanına çağırmış, onlara:
Söyleyin bakayım, diye sormuş, beni ne kadar seviyorsunuz?
Babalarının böyle tuhaf hallerine alışık olan şehzadeler, onun bu sorusunu hiç yadırgamamışlar. Fakat onun, sorduğu bir şeye karşılık verilmediği zaman da ne kadar kızdığını bilirlermiş. Önce en büyük şehzade cevap vererek :
Babacığım, demiş, sizi altın kadar,  elmas kadar, pırlanta kadar seviyorum.
Büyük oğlunun bu cevabı padişahın pek hoşuna gitmiş. Kahkahalarla güldükten sonra, ortanca oğluna bakmış :
Ya sen beni ne kadar seviyorsun bakayım? diye sormuş. O da :
Babacığım, demiş, ben sizi bal kadar, börek kadar, kadayıf kadar seviyorum.
Ortanca oğlunun cevabı da padişahın hoşuna gitmiş. Gene kahkahalarla gülmüş. Sonra en küçük şehzadeye dönerek:
Söyle benim küçük oğlum, demiş, ya sen beni ne kadar seviyorsun bakayım?
Küçük oğlan, birdenbire cevap verememiş. Biraz yutkunduktan sonra:
Babacığım, demiş, ben sizi tuz kadar seviyorum.
Küçük şehzadenin bu beklenmedik cevabı karşısında, ağabeyleri, kendilerini tutamayıp gülmüşler. Padişahın da suratı birden asılmış. Kaşlarını çatarak:
Ne dedin, ne dedin?! diye bağırmış. Beni tuz kadar seviyorsun ha? Seni utanmaz, hain evlat seni. Dünyada tuzdan daha kıymetli bir şey bulamadın mı?!
Sonra, hiddetle, yanındaki küçük bir sedef sandıktan iki kese altın çıkarmış. Birini büyük oğluna, ötekini de ortanca oğluna atmış. Onlara, eliyle dışarı çıkmalarını işaret etmiş. Her iki oğlu da âdeta yerleri öpüp geri geri giderlerken, padişah ellerini çırpmış. İçeri bir Arap girince:
Çabuk bana cellatları çağırın! Diye bağırmış.
Arap uşak hemen dışarıya çıkmış. Kısa bir zaman sonra, iri boylu, yarı çıplak bir halde, korkunç iki Arap cellatla içeri girmiş.
Padişah, küçük oğlunu göstererek:
Çabuk bunu alın! Kafasını uçurun! Diye bağırmış. Eğer emrimi yerine getirmezseniz, ikinizi de parça parça doğratırım…
Herkes gibi sarayda küçük şehzadeyi cellatlar da pek çok severlermiş. Padişahın bu emri üzerine, onu tutup sürükleyerek dışarıya çıkarmışlar. Hemen iki at hazırlatmışlar. Birisi küçük şehzadeyi yanına almış. Atları dağlara doğru sürüp gitmişler.
Saraydan oldukça uzak bir yerde, bir dağ başında durmuşlar.
Küçük şehzade pek üzüntülü imiş. Dokunsalar nerede ise ağlayacakmış. Cellâtlar onun bu haline acımışlar. Bir tanesi: 
Şehzadem, demiş, biz sana kıyamayacağız. Ama, padişahımızın emrini sen de kulaklarınla duydun. Bari gömleğini çıkarıp bize ver de, bir tavşan yakalayıp onun kanına bulayalım… “İşte şehzadeyi kestik” diye kanlı gömleği götürüp babanıza verelim. Sen de buralardan uzaklaş, bir daha memlekete dönme!
Şehzade, cellâtların bu teklifine sevinmiş. Hemen soyunup gömleğini onlara vermiş. Hayatını bağışladıkları için her ikisine de teşekkür etmiş. Atın birini de onlardan alarak uzaklaşmış, gözden kaybolmuş.
Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş… Nihayet bir memlekete varmış. O kadar yorgunmuş ki, neredeyse, attan inerek yere uzanıp uyuyacakmış.
Şehre girerken, yol kenarındaki ilk evin kapısını çalmış. Kapıyı ihtiyar bir kadın açmış. Ona, şehzade olduğunu bildirmemiş, dünyada kimsesi bulanmadığını, bu memleketin de yabancısı olduğunu söyleyerek kendisini evlatlığa kabul etmesini rica etmiş. Zaten ihtiyar kadının da hiç kimsesi yokmuş. Zahmet çekmeden yetişmiş bir çocuk sahibi oldum diye sevinerek şehzadeyi evlatlığa kabul etmiş.
İhtiyar kadın, şehzadenin önüne yiyecek koymuş. Karnını doyuran şehzade, gidip çeşmede elini, yüzünü, ayaklarını güzelce yıkamış. Sonra atının da karnını doyurmuş. Bu işler bitince, kadının yaptığı yatağa kendini atarak derin bir uykuya dalmış.

Ertesi sabah uyandığı zaman, şehzade, pencereden halkın akın halinde bir tarafa doğru gittiğini görmüş, ihtiyar kadına:
Anacığım demiş, herkes böyle nereye gidiyor? Bayram filan mı var?
İhtiyar kadın:
Bayram değil ama oğlum, demiş, ondan daha önemli bir şey var. Bugün talih kuşunu uçuracaklar, padişahımızı seçecekler…
Bu sefer şehzade:
Ne olur anacığım, demiş, beni de götür. Hiç olmazsa seyrederiz.
İhtiyar kadın evlatlığını kıramamış. Kalkıp giyinerek sokağa çıkmışlar. Halkla beraber büyük. meydana gitmişler.
Herkes toplandıktan sonra, talih kuşunu uçurmuşlar. Talih kuşu, kalabalığın üzerinde dolaşmaya başlamış. Kimisi, “acaba bana mı konacak?” diye heyecan geçiriyor, kimisi de, “benim başıma konsun” diye ayaklarının ucuna basarak boyunu yükseltiyormuş.
Ne ise, kuş, döne dolaşa gelip bizim küçük şehzadenin başına konmamış mı?
Buna hiç kimse razı olmamış. Her kafadan bir laf çıkıyor, kimisi de:
O yabancı, padişah olamaz! diye bağırıyormuş. Çaresiz seçimi bozmuşlar. Ertesi sabah tekrar toplanmaya karar vermişler.
Ertesi gün herkes gene meydanda toplanmış. Bu sefer de bir yanlışlık olur da, halkı kızdırırım diye, küçük şehzade, gidip yol kenarındaki mezarlıkta, bir taşın yanında oturmuş.
Talih kuşunu uçurmuşlar. Halk heyecandan kırılıyormuş. Ama kimsede de ses seda yokmuş. Gözler hep havada kuşun uçuşunu dikkatle takip ediyormuş.
Talih kuşu, döne dolaşa gidip bu sefer de mezarlık kenarında oturan şehzadenin başına konmamış mı?
Halk gene kıyameti koparmış. Bir taraftan da:
Olmadı, olmadı, Türk’ün şartı üçtür; diye bağıranlar olmuş. Çaresiz bu seçimi de bozmuşlar. Yeniden toplanmaya karar vermişler.

Ertesi sabah, halk meydanda çok erkenden toplanmış. Şehzade ile ihtiyar kadın evlerinden henüz çıkmış, meydana doğru gelirlerken, talih kuşu uçurulmuş.
Kuş gene kalabalığın üzerinde birkaç defa dönmüş. Sonra oradan hızla uzaklaşarak, gidip meydana doğru yeni gelmekte olan şehzadenin başına üçüncü defa konmuş. Bu sefer hiç kimse itiraz edememiş. Bizim küçük şehzade de padişah olarak o memleketin idaresini eline almış. Akıllı çocuk olduğu için, kısa zamanda halka kendini sevdirmiş. Birçok işler yapmış. Memleketi gül gibi idare etmeye başlamış.
Aradan yıllar geçmiş. Genç padişah, kendisini bildirmeden, babasına bir mektup göndererek, memleketine dâvet etmiş. Babası, komşu bir memleket padişahından gelen dâveti kabul etmiş. Gezip eğlenmeye bayıldığı için, bir tabur askerle birlikte hemen gelmiş.
Genç padişah, çok güzel yemekler hazırlatmış. Fakat hiç birine tuz koydurtmamış.
Genç padişah bıyık ve sakal bıraktığı için, ilk . karşılaştıkları zaman babasının tanımadığını hissedince, pek sevinmiş.

29 Şubat 2016 Pazartesi

Gülmece Güldürmece

Hep ders hep ders bunaldık valla. Eğlenmek bizim de hakkımız dedim babama. 
Bırakın da birazcık gülelim yaa.. Heee heeee...






6 Ocak 2016 Çarşamba

KAR YAĞDI

Eylülün sonunda Kurban Bayramını kutlayıp tatili bitirdikten sonra havalar hafiften serinlemeye başladı. Kaloriferler yandı. Ama yine de öyle aman aman soğuk yoktu. Ben evde yine kısa kollu giyiyordum. Kasım-Aralık kısmen güzel güneşli geçse de yılbaşından sonra şiddetli ayaz ve soğuklar bastırdı. Veee nihayet yaşadığımız şehre kar yağdı. Hem de ne kar ama.
Lapa Lapa.  İşte o zaman soğuğu hepimiz iliklerimizde hissettik. Evlerde bile resmen donmaya başladık.
Babam kaloriferin derecesini biraz daha yükseltti. Sonra gelen fatura annemi de babamı da terletti :)
Bir de halamın kocasını görmeliydiniz. Enişte resmen titriyor. Kendisine bakıp bakıp güldük valla:)
İşte şehrimizden kar manzaraları: